Şiir Akımları

DADAİZM

I. Dünya Savaşı'nın getirdiği umutsuzluk, yıkımlar, barbarlık, sanat alanındaki ve gündelik yaşamın zorlukları, burjuva değerlerinin tiksinçliği, entelektüel katılığın ve varolan sanatsal düzenlerin reddedilmesi şeklinde ortaya çıkan boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Teknolojiye olan bağlılığa, toplumun yozlaşmasına, burjuva toplumuna ve onun için önemli olan her şeye, geleneklere, dine ve hatta sanatın kendisine bile karşıydılar.
1916'da Zürih'te ortaya çıktı. Hugo Ball’in açtığı Cabaret Voltaire adlı bir kafede toplanan, aralarında Tristan Tzara, Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Hugo Ball, Marcel Janco ve Emmy Hennings'in de bulunduğu bir grup savaş karşıtı genç sanatçı tarafından bir bildiriyle (manifesto) açıklandı.

Dada isminin Fransızca’da oyuncak tahta at ve "hobi" anlamına gelen "Dada"dan geldiği görüşünün yanı sıra Rusçada "evet" anlamındaki "da" nın tekrarı olduğunu ileri sürenler de olmuştur.

Dadaizmin bir sanat akımı olup olmadığı, aksine sanat karşıtı bir kavram olduğu dadaistler tarafından ileri sürülmüştür. Geleneksel sanatları, estetik kaygıları red etmeleri, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istemeleri eleştirildi. Sanatın arkasında bir anlam, bir mesaj kaygısı vardır; Dadaistler ise yaptıkları işlerin bir anlamı olmadığını, izleyen kişi bir anlam buluyorsa bunun tamamen onun problemi olduğunu söylüyorlardı.

Macar şair Tristan Tzara'nın çıkardığı "DADA" adlı dergi herkesin katkısıyla yayımlanıyordu. Genç şairler yeni şiir türlerini bu dergide denemeye başladılar. Fransa'nın en önemli yazarlarının katılımıyla kadro genişledi. Dada'ya ilgi gösterilmeye başlanmıştı. Savaş sonrası Almanya'daki aşırı sağ politikalara karşı tepkiler sürdü.

Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı dil ve biçimde yeni deneylere, deneysel anlatım tarzlarına yöneldler. Bu yoluyla sanatın canlandırılacağını düşündüler.

Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Fütürizmden etkilenen dadacılar gerçeküstücülüğe (sürrealizm) yöneldi. Pek çok dadaist daha sonra sürrealist olmuştur. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupauld, Paul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı Litterature'dü.

Dadaizm, İsviçre ile sınırlı kalmadı, New York, Berlin, Köln, Paris ve Hannover kentlerinde de kendini gösterdi. Ancak şehirden şehire değişiklikler gözleniyordu; Almanya'da politik, Paris'te daha bir teatral, New York'da eğlenceli şekilde yorumlanıyordu. New York'daki önemli dadaistler Marcel Duchamp ve savaş sırasında Paris'ten kaçmış sanat öğrencisi Beatrice Wood; Paris dadaistleri ise kendilerine Cologne Dada grubu diyen Max Ernst, Hans Arp ve Alfred Grunwald idi. Alfred Grunwald, "ufak olsun, bize kalsın" diye düşünüyor, akımın yayılmasını istemiyordu. Büyük ihtimal bu yüzden, Paris'teki ilk Dada sergisinin açılması için 1921'e kadar beklenmesi gerekti. Farklı şehirlerdeki Dadaistler, çekirdek kadro ile sürekli bağlantı halindeydi

Aslında birçok Dadaist'in içine düştüğü bir yanılgı vardı. Bu kişilerin çoğu savaşın acılarını yaşamış, Avrupa'nın savaş alanlarında insanoğlunun başka bir insanoğluna neler yapabileceğini görmüştü. Sanata, sanat tarihine ve tarihin kendisine güttükleri nefret, aslında bu durumun bir yansıması idi. Yani uçsuz bucaksız bir nihilizmin etkisine girmişler, insanoğlunun ulaştığı hiçbir başarı; hatta sanat bile onları etkileyemez olmuştu.

Yarattıkları şeylerin tamamen tesadüfler sonucu oluşması ile üzerlerinde uzun uzun uğraşılmış, arkalarına fikirler yerleştirilmiş olması arasında hiçbir farkın olmadığını, sonucun değişmediğini görmüşlerdi. Yani sanatın "güzel" olduğunu düşünen toplum ve insanları öldüren toplum birbirinin aynıydı; o halde sanata saygı duymanın mantığı neydi? Dadaistler, yaşananlar için sanatçıları da suçluyordu ve işte bu yüzden kendilerine sanatçı demiyorlardı.

Yaptıkları işlerdeki anlamsızlık, savaş sonrası altüst olan dünyalarını ve yaşadıkları şaşkınlığı temsil ediyordu. Yani yaşanan kaosun sebeplerini bulmak yerine bu kaosun doğanın bir parçası olduğunu kabul etmeyi tercih ediyorlardı.

Belki bu kabul ve estetik kavramını inkar etmek, içinde oldukları dünyanın gerçek doğasını anlamalarına yardım edecekti. Doğada bir anlam ve düzen yoktu; sanatta neden anlam arasınlardı ki?

II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'da "eylemlerine devam eden" birçok Dadaist Amerika'ya gitmeye zorlandı, gitmemekte ısrar edenler Hitler'e esir düştü, bir kısmının akıbeti şimdi bile belli değil. Muhtemelen Hitler tarafından öldürüldüler.

Dadaistler savaş sonrası sürrealizme ve sosyal gerçekçiliğe kaydıkça aktif sanatçılar gittikçe azaldı, akım da yavaş yavaş kayboldu. Kayboldu ama dedik ya, bugüne kadar pek çok sanatçı Dada'dan etkilenmeye devam etti. En son 2002'de Cabaret Voltaire, Dada hareketini anmak için bir müze haline getirildi; ki bu da demektir ki hala bir yerlerde sanat diye bir şey yoktur diye bağırınan birileri var!

------------------------------------------------------------------------


EMPRESYONİZM (İzlenimcilik)

İzlenimcilik, 19. Yüzyılın sonlarında Fransa'da resimle başlayan ve edebiyat, müzik gibi sanat dallarında etkili olmuş bir akımdır. Bu akım Sembolizmin bir aşaması olarak kabul edilebilir. Zira temsilcileri arasında sembolizmin önemli temsilcileri de yer almış ve bu akımın etkilerini taşıyan eserler vermişlerdir.
Empresyon, etki-duygu anlamındadır. Dış aleme, ondaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdirler. Sanatçının duyumuna bağlı olarak hayale ve soyut betimlemelere yer verilmiştir. Objenin kendisi değil de kişi üzerindeki izlenimleri önemlidir, bu nedenle realizmin karşıtıdır. Nesneyi doğrudan doğruya tasvir ve analiz etme yerine, onun uyandırdığı duyguları anlatma, dış unsurların kişinin kendi içerisinde birtakım izlenim, duygusal iz bırakmasını savunan sanat ve edebiyat akımıdır. Bu akım içerisinde yer alan sanatçılar, doğayı, çevreyi olduğu gibi değil, dış unsurların görünüşünü değiştirmeden, kendi izlenimleri yardımıyla olmasını tasarladıkları bir biçimde yansıtmaya çalışmışlardır.

Empresyonistler diş dünyanın kendi içlerinde bıraktığı izlenimi dile getirirler. Bu âlem, sanatçıya sadece heyecan ve duygusal dalgalanmalar veren bir uyarıcıdır. Önemli olan sanatçının kendi algılamaları ve bunları anlatma yöntemidir. Yorumlar ve izlenimler, sanatçıdan sanatçıya değişeceği ve her sanatçı, eserinde kendinde oluşan duyguyu ve izlenimi anlatacağı için, meydana getirilen edebî eser, yazarın veya şairin kişiliğine dair izler taşıyacaktır.

Edebiyatın bir amaca hizmet edemeyeceğini savunur. Empresyonist edebiyatçılar şiir, kısa hikaye, tek perdelik manzum piyes gibi kısa çalışmaları tercih etmişlerdir.

Bu akımın edebiyattaki temsilcileri Baudlaire ve Verlaine'dir.Edebiyatta Temsilcileri: Rilke, Arthur Rimbauld, James Jayce

İzlenimcilik Türk edebiyatında da Ahmet Haşim, Cenap Şehabettin gibi şairlerin üzerinde etkili olmuştur.

-------------------------------------------------------
İDEALİZM


Bireyci dünya görüşlere tepki olarak 20. yüzyılın başlarında doğmuştur. Dünyayı ve varoluşu bilinç ve düşünceye öncelik vererek açıklama öğretisinin temel olduğu felsefi akımın edebiyattaki uzantısıdır. İdealist felsefenin tüm özellikleri edebi eserlerde yer alır.. Çağcıl yaşamın artık makineleşen toplumları ve alabildiğine serpilip gelişen kentleriyle bireyi topluluk içinde yaşamaya zorladığını vurgulayan idealizm, bir arada yaşamanın yarattığı ortak kanı ve duyguları dile getirmeyi amaçlamaktadır.

İdealizm, varlığın düşünceden bağımsız olarak varolduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır. Varolan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin varolmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddî gerçekliğin bulunmadığını savunur. Topluluk bilincini ve bu bilince göre bireyin varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi tinsel gerçekleri betimlemeyi ön planda tutar.

Maddeyi yaratan ruhtur, madde, ruhun dışında var olamaz. Evren, düşüncemizin dışında var olamaz. Şeyleri yaratan fikirlerimizdir, bizleri çevreleyen şeyler düşüncelerimiz tarafından yaratılmaktadır. Düşüncelerimiz ise; doğadan ve insandan daha üstün bir ruh tarafından beynimize yerleştirilmektedir anlayışını savunurlar.
İdealizmin temelleri, Romains’le Chenneviere’nin yazdığı Petit Traite de Versification (Şiir üzerine küçük inceleme) ve Georges Duhamel’le Charles Vildrac’ın kaleme aldığı Notes su la Technique Poetique (Şiir tekniği üzerine notlar) adlı eserlerde ortaya konulmuştur. En büyük temsilcisi Fransız yazar Jules Romains’tir.

-----------------------------------------------------
Edebi Akımlar - Hareketler » SEMBOLİZM
SEMBOLİZM

19. yüzyılın sonlarında Fransa’da parnasizme karşı ortaya çıktı ve 20. yüzyıl edebiyatını önemli ölçüde etkileyen bir akım oldu. Bu akımın öncüleri, kendilerinden öncekileri çok materyalist gördüklerini iddia ederek, onları şekilcilikle suçladılar. Geleneksel Fransız şiirini hem teknik hem de tema açısından belirleyen katı kurallara bir tepki olarak başladı.

Parnasizmde dış gerçek önemliyken sembolizmde insanın iç dünyası önemlidir. Sembolistler okurun duygularına sembollerle seslenmeyi ve insanın hayal gücünü harekete geçirmeyi, şiiri; açıklayıcı işlevinden ve kalıplaşmış bir hitabetten kurtarmayı, insanın yaşantısındaki anlık ve geçici duyguları betimlemeyi amaçladılar.

Şiiri, dış musikiden çok, bir iç musiki ile bir duyurucu şiir halinde söylemeyi esas alan sembolistler musiki değeri olmayan kaba, kuru kelimeler kullanmayı sevmezler. Bireyin duygusal yaşantısını dolaysız bir anlatım yerine simgelerle yüklü ve örtük bir dille anlatmayı seçtiler. Yorumu okuyucuya bırakılmış, değişik yorumlar yaratan şiirin mükemmel olduğu savunulmuştur.

Dile getirilmesi güç sezgi ve izlenimleri canlandırmaya, şairin ruhsal durumunu ve gerçekliğin belirsiz ve karmaşık birliğini dolaylı biçimde yansıtacak özgür ve kişisel eğretileme ve imgeler aracılığıyla varoluşun gizemini aktarmaya çalıştılar.

Baudlaire ve Rimbaud sembolizmin hazırlayıcısı olarak kabul edilir. Başlıca temsilcileri Charles Baudelaire’nin şiir ve görüşlerinden fazlaca etkilenen Fransız Stephane Mallarme, Paul Verlaine, Valery Sembolik yazarlar arasında Jules Laforgue, Henry de Regnier, Rene Ghil, Gustave Kahn, Belçikalı Emile Verhaeren, ABD’li Stuart Merrill, Francis Viele Griffin, tiyatroda Maeterlinck' de yer alır.

Servet-i Fünun döneminde Cenap Şehabettin "Elhan-ı Şita" adlı şiiriyle bu akımın ilk uygulayıcısıdır. Bu akımın en önemli temsilcisi Ahmet Haşim'dir. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirlerinde de sembolizmin etkileri görülür.

-------------------------------------------------
ROMANTİZM (Coşkuculuk)

Duygu, coşku ve sembole aşırı yer veren romantizm akımı 18. yüzyılın sonunda ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ortalarına kadar süren edebi akımdır. Kendisinden önceki klasizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Önce bir ön-romantizm dönemi denilen gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin en önemlisi, halkın beğenisinin klasizmin görkemli, katı, soylu, idealize edilmiş ve yüce anlatım biçiminden, daha yalın ve içten ve doğal anlatım biçimlerine kaymış olmasıydı. Romantizm, klasizmin düzenlilik, uyumluluk, dengelilik, akılcılık ve idealleştirme gibi özelliklerine bir başkaldırı niteliğindedir. Romantizm, doğduğu çağın akılcılığı ve maddeciliğine tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl dışılığa, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe ve aşkınlığa, yani sınırları zorlayıp geçmeye önem verir.

Tarihsel olarak bu dönemde gelişen orta soylu sınıfın, yani burjuvazinin duygu, düşünce ve yaşam tarzını ön plana çıkarır. Soyluların zarif sanat biçimlerini yapay ve aşırı incelikli bulan bu yeni sınıf, duygusal açıdan kendisine yakın hissettiği daha gerçekçi sanat biçimlerinden yanaydı. Böylece romantizm gelişme ve yaygılaşma şansı buldu.Romantizmin en önemli habercisi Fransız filozof ve yazar Jean Jacques Rousseau'dur.

Aydınlanma projesinin fiilen çöküşü, Aydınlanmanın toplum, ahlâk ve siyaset teorisinin yetersizliğinin farkına varılması büyük bir etki yapmıştır. Bu nedenle, Romantik filozoflar, Aydınlanmanın katı ve kuru bilimciliği yerine estetikçi bir tavır benimsemişlerdir. Başka bir deyişle, yaratıcı sürecin, yapma ve analitik olan akıl tarafından değil de, duygular ve sezgi yoluyla anlaşılabileceğini savunan romantik felsefe, düzenli, rasyonel ve ölçülü olana karşı çıkarken, doğrudan ve aracısız duyumlarla, yoğun duyguların önemini vurgulamışlardır.

Romantik felsefe, yanlış ve ikinci dereceden bir güç olarak gördüğü akla şiddetle karşı çıkar, aklın yaptığı tüm ayırımların yapay olup, gerçekliği parçaladığını ve anlaşılmaz hale getirdiğini savunur. Başka bir deyişle, romantizmde rasyonel analiz ya da deneysel araştırmanın yerini sezgiye ve duyguya beslenen güven, bilimin yerini doğa felsefesi alır. Romantikler Aydınlanma çağının kuru akılcılığına şiddetle karşı çıkıp, doğanın gizlerine, bilim adamının matematiko fiziksel yöntemleriyle değil de, yaratıcı coşum yoluyla nüfuz edilebileceğini savunmuş ve sonsuzluğa erişmenin yolları olarak, aşkı, doğaya tapmayı, dini tecrübeyi ve artistik yaratıcı faaliyeti göstermişlerdir.

Romantizm, siyaset felsefesinde ise, evrenselciliğin yerine milliyetçiliği öne çıkarmıştır. Onda, Özgür ve eşit bireylerden meydana gelen toplum idealinin yerini, her insanın konumunu bildiği, geleneksel kökleri olan organik bir cemaat ideali alır.

Romantizm akımı değişik ülkelerde değişik biçimlerde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. İngiliz edebiyatında daha çok şiirde kendini gösterir. İngiliz şiirinde kalın bir çizgide kendini gösteren romantizmin bu çizgideki ilk ismi William Wordsworth'tur. William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge'nin 1790 yılında birlikte yayınladığı Lirik Balatlar adlı eserromantizmin bildirgesi sayılır. Tabiata karşı kutsal saygı düşüncesini benimser ve şiirlerinde doğayı yapmacıksız bir şekilde anlatır. Ayrıca Samuel Taylor Coleridge, Percy Bysshe Shelley ve John Keats William Blake de bu çizgide yer alır. Çizginin en kalın yerinde ise Lord Byron bulunur.

Fransa'da Chateaubriand ve Madame de Stael ilk romantizm temsilcileridir. Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Alfred de Vigny, Nodier, Soumet, Deschamp, Alfred de Musset, büyük romantik yazarlardır.

Almanya’da önceleri bir sanat hareketi olarak ortaya çıkan romantizm, kısa bir süre içinde bir dünya görüşü ya da felsefe hareketi olarak 18. yüzyılın ikinci yarısında "coşkuculuk" hareketiyle birlikte gelişir. Bu hareketin öncüleri Klopstock ve Herder romantizmin müjdesini verir. Ancak, Alman edebiyatında romantizme giden kapıyı dünya edebiyatının en büyük isimlerinden biri olan Johann Wolfgang Goethe açmıştır. "Genç Werther'in Acıları" romanında Goethe döneminin acılarını duygusal bir dille anlatmıştır. "Wilhelm Miester" ve "Wilhelm Miester'in Seyahat Yılları" adlı eserlerinde toplumun yeniden düzenlenmesi sorununa dokunur. Ama onun en büyük eseri "Faust"tur. Goethe'nin açtığı yoldan ilerleyen Friedrich von Schiller ise yapıtlarında özgürlük, isyan, doğa, ihtilal gibi romantiklerin yaslandığı temel kavramları yadsımadan, tarih olgusunu zenginleştirmiştir. "Haydutlar", "Hile ve Sevgi", "Mary Stuart" ve "Wilhelm Tell" gibi yapıtlarında despot yönetime başkaldırma temalarını işleyen Schiller'in bu tarihi yönelimi, daha sonraki Alman romantiklerini de geliştirmiştir. Romantizmin Alman şiirindeki öncüsü ise Heinrich Heine'dir

Aleksandr Puşkin, Rus toplumunun renkliliğinden de yararlanarak bu akımı zengileştirmiştir. Yapıtlarında kullandığı yerel temalar nedeniyle kimi eleştirmenlerce Puşkin, Rus edebiyatında gerçekçiliğe giden yolun açıcısı olarak da değerlendirilir.

İtalyan edebiyatında Romantizm akımı içinde anılması gereken iki isim vardır; Alessandro Manzonil ve Giacomo Leopardi.

Türk edebiyatında "Tanzimat Dönemi" yazarları romantizmden etkilenmiş bu akımı çağrıştıran eserler vermiştir. Hugo'dan etkilenen Namık Kemal'in roman ve tiyatro yapıtlarında, Abdülhak Hamit'in şiir ve tiyatro yapıtlarında, Recaizade Mahmut Ekrem'in şiirlerinde, Tevfik Fikret'in ilkdönem şiirlerinde, Ahmet Mithat'ın yapıtlarında romantizmin etkisi görmek mümkündür.
------------------------------------------------------------------------
REALİZM (Gerçekcilik)

Bir estetik ve edebi kavram olarak 19. yüzyıl ortalarında Fransa'da ortaya çıkmıştır.
Hem klasizme hem de romantizme bir başkaldırı olarak ortaya çıktı. Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından kurtarmak, çağdaş eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti. Realizmin amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır. Örneği bu akamın iki güçlü temsilcisi Gustave Flaubert'in Madame Bovary adlı romanı ile Emile Zola'nın Nana adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi bir mikroskop altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya konulmuştur.

Gerçeği değiştirmeden; tüm çirkinlikleri, bayağılıklarıyla yansıtmayı amaçlamıştır. Toplumu incelemek, toplum ve insan gerçeklerini olduğu gibi yansıtmak, eleştirmek düşüncesiyle doğan gerçekçilik akımının oluşmasına olguculuk (positivizm) felsefesinin büyük payı olmuştur.

Sanat ve edebiyatta akımların başlayış ve bitişleri kesin çizgilerle birbirinden ayrılamaz. Bir akım varlığını sürdürürken onun yanıbaşında bir başka akım da oluşup gelişir. Nitekim Honore de Balzac Romantizm akımının egemen olduğu yıllarda yaşamasına karşın gerçekçiliğin öncüsü ve kurucusu olmuştur. Balzac "Goriot Baba" ve "Vadideki Zambak" gibi romanlarında dönemine eleştirel bir ayna tutmuştur.

Realizm felsefesinin altında güçlü bir felsefi belirlenimcilik yatar. Fransız edebiyatında Flaubert, Zola'nın yanısıra Honore de Balzac, Stendhal, Rusya'da Lev Tolstoy, İvan Turgenyev, Fyodor Dostoyevski, İngiltere'de Charles Dickens ve Anthony Trollope, Amerika'da Theodore Dreiser, İrlanda'da James Joyce realizmin önemli temsilcileridir. Realizm, 20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli ölçüde etkilemiştir. Realizmin etkisini, Henri B. Stendal da gerçekçilik akımının öncü yazarları arasında yer alır. "Bir roman yol boyunca gezdirilen ayna demektir" düşüncesinden hareketle döneminin çelişkilerini, insan ve toplum ilişkilerini süslemesiz bir anlatımla yansıtan Stendal, "Kırmızı ve Siyah" ve "Parma Manastırı" gibi romanlarında savaşı, sevgiyi, kiliseye karşı duyulan nefreti insan açısından gerçekçi bir biçimde ele almıştır.

Bu akımın diğer büyük yazarları arasında Fransız edebiyatının usta ismi Gustave Flaubert'i, İngiltere'nin dünya edebiyatına kazandırdığı Charles Dickens'ı ve Amerikan edebiyatından Nathaniel Hawthorne ile Herman Melville'yi saymak mümkün.

Türk edebiyatında realizmin etkisi, Servet-i Fünun döneminde başlar. Samipaşazade Sezai'nin "Sergüzeşt", Recaizade Mahmut Ekrem'in "Araba Sevdası", Halit Ziya Uşaklıgil'in "Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar", Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Kiralık Konak, Yaban" adlı romanlarında, Nabizade Nazım'ın "Karabibik" adlı köy gerçeğini yansıttığı romanında. Memduh Şevket Esendal "Ayaşlı ve Kiracıları"adlı yapıtıyla, Reşat Nuri Güntekin'in, Refik Halit Karay'ın, Sait Faik Abasıyanık'ın yapıtlarında realizmi görmekteyiz.

Hiç yorum yok: